Her cumartesi olduğu gibi sabahın ilk ışıklarını, güneşi göreceğim diye tutturduğum gecenin sabahında bir serabın içinde buldum kendimi. Biliyor musunuz ki evim bahçe katı ve gökyüzündeki yıldızların kayboluşunu ve güneşin doğuşunu görmeden hayal etmek, gördüğünü sanmak oysaki sadece havanın aydınlığını görmek çok daha fazla mutlu ediyor beni. İlk ışıkları gördüğümü hatırlıyorum, kendimden geçmişim.
Seni görüyorum bir dağın yamacındasın, sol yanından bir ışık huzmesi ile doğan güneşin göz kamaştırıcı ışıklarından seçmeye çalışıyorum sülietini.
Hangi dağ hangi zaman dilimi, saat kaç bilmiyorum, bildiğim tek şey bir ses uğruna yürüyorsun, sırtına yüklemiş çantanı ümitlerle yarınları ayırmadan sadece sesin geldiği yöne doğru ilerliyorsun. Sesleniyorum ardından, koşar adımlarla; ama duymuyorsun. Tırmandıkça sanki bir el yukarı, daha yukarı çekiyor seni. Sen önde ben ardında tırmanıyoruz. Bir göle varıyorsun ve çantanı indirip suya yöneliyorsun. Derken beline kadar suya gömülüyorsun, “dur yapma soğuktur üşürsün diyorum” duymuyorsun. Gelecekse dünyanın sonu sanırım işte o an olmalı diye düşünüyorum. Biran sular seni içine doğru çekiyor ve işte o an benim tüm çırpınmalarım boşa gidiyor ve kayboluyorsun. Ağlaya ağlaya senden vazgeçiyorum; nedense arkamı dönüp yürümeye başlıyorum. İşte o an bir ses beni çağırıyor, bakıyorum ama kimse yok görünürde. Kilitlenmiş gibi geri dönüp yürüyorum.
Bu sevginin, tutkunun sesi sonradan seçiyorum. “Ah burada olsan” diyor ses… Saatlerin akşama doğru ilerlediği bir sonbahar gününde dikkatimi göle veriyorum ve suyun yüzeyindeki dalgalanmayı görüyorum. Sen çıkıyorsun, bana doğru ilerlemeye başlıyorsun, sonra elimi tutuyorsun ve kendine çekiyorsun hızla. Sıkı sıkı sarılıyorsun sanki yıllardır görmemişsin gibi. Kokumu çekiyorsun içine, saçlarımı okşuyorsun ve birden o ses tekrar çağırıyor, bu sefer birlikte duyuyoruz ve bakışıyoruz. Dikkatli dinlediğimde sesin bana ait olduğunu ve tepeye hem de en yüksek noktasına çağırdığını işitiyorum. Kalkıyoruz birlikte yürümeye başlıyoruz, tırmanıyoruz en yükseklere en yükseklere…
Bir deli sevda bizimkisi, sen mi bana âşık, dağ mı bana yoksa ben mi dağa dağ mı sana… Bir büyük sevda yaşanıyor üçümüz arasında… Dağ, sen ve ben… Bir deli dağ ki çılgına çeviriyor ikimizi de… Everest’i bilir misin? Bilir misin ki en tepeye vardığındaki heyecanı. Öyle bir özgürlüktür ki… Sevişirsin dağla sanki sarar seni sisten kolları, çeker içine doğru. Sevişe sevişe azalmaz ki bendeki özgür ruh, çılgına çevirir tam tersi.
"Oysaki biz birbirimizin hiçbir şeyi olmayacaktık, ama her şeyi olmuştuk" der Goethe. Sanki bizim için söylemiştir bu sözünü.
Birden uyanıveriyorum bakıyorum neredeyim diye, seni göremeyince sıkıca yumuyorum gözlerimi, bu seferde içimde bir özlem başlıyor. Yalnızca bir kez karşılaştığım ve özlemek için yeteri kadar tanımadığım seni birden özleyiveriyorum. Ve işte o sabah çılgınca seninle dolu uyanıyorum güne. Bildiğim her şeyi ve benim için ne kadar önemli olduğunu düşünmeden yer değiştiriyorum hayatımda… Oysaki özlendiğinden ve istendiğinden haberdar bile değilsin yazık ki…
Yine güneşi görmeden gün doğmuş, bu serabın içinden istemeden de olsa uyanmış olarak, deli gibi özlemle dolmuş bir yürekle… Bir daha güneşe tutulmayacağım ve dokunmayacağım… Bir daha dokunursam… Elim yansın…
Z/S