23 Aralık 2007 Pazar

Soğumaya yüz tutan eller





Saatin acı sesiyle fırladı yatağından. Son üç gündür hayatı allak bullak olmuştu. Kapının yanına geldiğinde dün geceki telefon konuşmasını hatırladı. Kötü bir gece geçirmişti.


Çektiği vicdan azabını biraz unutturur umuduyla çalışma odasını toplamaya karar verdi. Ortalıktaki sayfaları çekmecedeki kalabalığın en üstüne koydu. Masasındaki defteri düzenledi, gelen ve yollanacak fakslarını, müsveddelerini renklerine göre sıraladı, müşterilere ait olanları ayırdı. Şimdi sıra ılık bir suyun altında kendinden geçeceği dakikalara gelmişti.

Eski küçücük ve rahatsız bir banyoları vardı. Öyle ki banyoda çamaşır makinesi için yer bile kalmamıştı. Eski tarzda ayaklı banyo küveti koca bir lahiti andırıyordu. Sütunun üzerinde bir lavabo vardı. Musluklardan ya çok sıcak ya da soğuk su akardı.

Sıcak suyu açtı. Su ısınana değin telaşla ortalığı toplamaya çalışırken, kapının acı acı çaldığını duydu. Kısık sesle “ sabret biraz “ diye bağırdı. Bir yandan telefonun sesini de duyuyordu. Kapı tekrar çalındı “telefon sana “ dedi kızı. Kapıyı aralayarak telsiz telefonu uzattı. Sabahın bu saatinde kim arardı ki? Hiç şüphesiz annesiydi. Birkaç gün ihmal etse meraklanırdı annesi. “Alo” dedi. Arayan en yakın arkadaşı Pınar’dı. Hemen hemen her gün sektirmeden konuşurlardı. Pınar’ın burnunu çektiğini işitti. Ağlıyor olabilir miydi?

“ Ne oldu” diye fısıldadı Ayşegül. Hızla atan kalbinin hızıyla yarışarak “vazgeçtim sormuyorum lütfen söyleme” dedi sonra. Pınar mutlaka kanser olduğunu söyleyip Ayşegül’ün yüreğine indirecekti. Fakat sabırsızlık duygusu kanına karışmaya başladı.

O esnada Ayşegül’ün “söyleme “ dediğini duymazdan gelen Pınar “hâla şoktayım” diye söze başladı. “Annem spor hocasıyla evlenecekmiş. Aklın alıyor mu adam 38 annem 64 yaşında.”

“Neee?” Ayşegül hayretler içinde kalmıştı. O anda Pınar’ın annesini uzun kuyruğu yerlerde sürünen beyaz gelinliğiyle, nikah törenine giderken hayal etti.

Pınar üzülmüş müydü?

Kafası öyle dağınıktı ki birden daldığını hissetti. Duruma uygun bir şeyler söylemeliydi. Ne diyebilirdi ki? İki sene kadar önce kendi annesinin de böyle bir arkadaşlığı olmuştu. Hiç olmazsa annesinin evlenip, bu evliliğin onu biraz olsun meşgul edeceğini ummuştu. Kaderin bir cilvesi, adam düğünden önce beyin kanaması geçirmiş, ölmüştü. Babası da o daha bir yaşındayken trafik kazasında ölmüştü. Toparlamaya çalıştı düşüncelerini.

“ Pınar, bu çok önemli bir konu, seni müsait olunca arasam. Şimdi acil çıkmam lazım, istersen yanına uğrayayım öğleden sonra, olur mu ?“ dedi.

“Peki Ayşegül” dedi ve kapadı Pınar telefonu. Sesi buruktu, mutlaka yanında olması lazımdı arkadaşının fakat başlarındaki olaydan daha Pınar’ın bile haberi yoktu. Henüz kimse bilmiyordu ki. Kendisi bile kabullenemiyordu, bir kabus gibiydi.

Kelimelerden yararlanırken sanırsa derinlere inememişti. Neyse ki “yanına gelirim” diyebilmişti. Oysaki bir dolu işi vardı. İçindeki acı da cabası. Her şey üst üste gelmişti.

Ani gelen hastalık haberi allak bullak etmişti. Nasıl olurdu eşi kanser olsun, nasıl anlatacaktı şimdi. Ne zaman bu kadar ilerlemişti, hiç belirti göstermeden. Aklına kızlar geldikçe daha da fena oluyordu, kalbi sıkışıyordu. Derin bir nefes aldı şimdi işlerini bitirmeli ve akşam üstü doktor randevusuna yetişmeliydi.

Saat dördü geçmişti doktordan çıktığında. Aslında Pınar’a gitmesi gerekiyordu fakat içindeki ses onu dinlemiyordu.

Şimdi sokaklara taşma zamanı, şimdi sessizce bağırma zamanı, hıçkırıklara boğulma zamanı … Allah’ın takdiri elbet isyan yok ama çaresizlik yüreğine bir halka geçirilmiş gibi acıtıyordu. Kaybetmek istemiyordu kocasını, doyamadığı gülüşlerini. “Nasıl rızam olur benden zamansız gitmelerine.”dedi birden ağzından çıkıverdi yolun ortasında. Etrafına bakındı herkes kendi halindeydi. Gözlerinden yaşlar akıyordu.

Dünyanın bitmeyen telaşesinde nasıl gözümden kaçtı bu hastalığı. Kıymetini bilebildim mi acaba? diye düşündü. Oysaki zaman zaman ağrıları olduğunda kocasına ” acı patlıcanı kırağı çalmaz ” derdi gülüşürlerdi. Ah keşke o anda alıp götürseydi doktora. Bir yandan bunları düşünürken “Of keşke demek yok” dedi kendi kedine.

Yanından araçlar geçiyordu ve yürümeyi tercih etmişti. Sokaklar sanki onu anlıyordu, sanki eve vardığında her şey eskisi gibi olacaktı. Derinlerinde bir ses “hayal hayal hayal” diyordu. Ne demişti doktor “her an her şeye hazırlıklı olun.” Ne demek ti şimdi bu. Caddelerde yürürken kulağında uğultular yükseldi. Sesler duyuyordu “her şey için çok geç” diye. Başı çatlamıştı, dışarıdaki gürültüyü duymuyordu bile, hiç bir ses onu rahatsız etmiyordu beyninin içindekiler kadar.

Kaç zaman sonra evinin yakınlarındaki park da buldu kendini. Bir bankda oturuyordu. Sol omzu çökmüş başı sağa düşmüştü. Rüzgârın uğultusu, sarı yaprakların altına saklanmış sonbaharı hissettiriyordu. Derin bir nefes alıp kalktı. Artık eve gidip eşinin yanında daha çok zaman geçirmeliydi. Yüzünü sildi, saçlarını düzeltti, banka oturduğunda kirlenen yağmurluğunun arkasını eliyle çırptı. Yağmur çiseliyordu.

Eve yaklaştığında kalbi hızla atmaya başlamıştı. Yoldan geçen ambulansın sessiz ışıkları birden kendisine gelmesine sebep oldu. Koşmak istiyordu, ayakları engelliyordu sanki, bağırmak için ağzını açtı sesi çıkmıyordu…

Ambulansa yaklaştı, duran aracın açık arka kapısından sedyeyi gördü üç kişinin arasında, önce ayaklarını sonra başını gördü. Birden dizlerinin bağı kesildi. Gördükleri ömrünün sonuna kadar aklından çıkmayacaktı. Böyle bir manzara tam da moralinin çökmüş olduğu şu dakikalarda mahvetmişti Ayşegül’ü.

Adımlarını sıklaştırdı eve doğru. İçeri girdiğinde eşine seslendi. “Bedri, Bedri” …Odalarda aramaya başladı ama hiçbir yerde yoktu. Son olarak çatı katında ki anılarla dolu sandık odası aklına geldi. Koşar adımlarla tırmandı bir yandan üstündekileri soyunuyordu. Kapı aralıktı ve sırtını gördü kocasının. Yanına gittiğinde “sevgilim “ diye seslendi. Cevap vermedi Bedri.

Hemen nabzına baktı soğukkanlılığını koruyarak, hissedemedi, elleri titriyordu. Merdivenlerden nasıl indiğini ve acili aradığını daha sonradan bile hatırlayamadı. Ambulans ve yardım ekibi sanki kapıda bekliyormuş gibi hızlıca gelmişlerdi. Oysa ki haberlerden ve çevresinden duyduğu olay yerine çok geç gelindiği ve erken müdahale şansını yitirdikleri idi. Elinde çantası ile doktor geldiğinde konuşamadı ve yukarı eliyle gösterdi. Ve arkasından kendide tırmandı yine aynı merdivenleri.

Erkek doktor ve hemşire gerekli müdahaleyi yapmışlardı ama yapılacak bir şey kalmadığını üzgün bir ifade ile söylemeye çalıştılar. Ne demek ti şimdi yapılacak bir şey yok. Ölmüş müydü eşi … Bitmiş miydi her şey, oysa ki daha saatler önce bu hastalığı nasıl söyleyeceğim diye düşünüyordu. Artık hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Onu ve kızlarını bırakıp gitmişti…Tedaviye geç kalınmıştı. Hayata geç kalınmıştı…

Soğumaya başlayan ve yanlara sarkan ellerinin arasında kızlarının doğum fotoğrafı vardı ve sıkı sıkıya tutuyordu adam, yüzünde masum bir gülümse ile…

Z/S

2 yorum:

Berrin dedi ki...

üzerinde calısıp uzatılsa harıka anlatımınla cok daha uzun bır hıkaye ortaya cıkabılır..tebrık ederım..

400 Darbe dedi ki...

Sürükledi beni . yazı dili çok güzel . Eliniz dert görmesin .